Filipinler 2015

Uzak Doğu Asya Ülkeleri gerek tarih gerekse kültür olarak bizlere uzaktır. Aslında her ülkenin derin tarihi ve kahramanlık öyküleri vardır. Filipinler, geçmişte önceleri Çinliler, Malaylar, Hintlilerin, sonraları da 1530 lardan başlayarak 300 yıldan fazla İspanyol egemenliğinde kalmış hatta ismini bile o dönemde İspanya kralı II. Filip’ten almış. Daha sonra esas oğlan Amerika ortaya çıkar ve buranın Asya ile Amerika arasında önemli ticaret yolu olabileceğini fark edince burayı işgal eder. 1.5 milyon Filipinlinin öldüğü savaşın somunda Amerika bu ülke üzerinde egemenliğini ilan eder. Daha sonraları bir süre Japonların kontrolüne geçen Filipinler tekrar savaş sonucu Amerikalılara geçer. Farklı ülkelerin egemenliklerine karşı ülkede özgürlük savaşları başlar ve 1945 yılında bağımsızlığını ilan ederek Filipin Cumhuriyeti adını alır.. Bu gün 100 milyon nüfus ile dünyanın en kalabalık ülkelerinden biri. 7000 den fazla adadan oluşan ancak 800 adada yaşam olan Filipinler farklı kültür ve gelenekleri ile kalkınma yolunda yürüyor.

Dubai üzerinden Manila oradan tekrar bir saat uçak yolculuğu ile Kalibo’ya geldik. Kendi halinde bir yer, kovalamaca içinde insanlar. Sabah erken bir otobüs yolculuğu ile Caticlan’a sonrada tekne ile Borakay’a vasıl olduk. Tekne dediysek ne anladınız bilmem ama dar uzun yan taraflarında kanat gibi yalpalıkları olan buraya özgü tekneler. İlk noktamız Boracay olarak planladık, buraya ait bilgiler hep benzer doğrultuda. Üzerinde birkaç yerleşim yeri olan her türlü tatil aktivitelerinin yapılabildiği beyaz kumsal plajları olan yaklaşık İstanbul daki Büyük Ada boyutlarında bir ada. Adaya indikten sonra beklenti ile mevcut arasında farklılık mı var acaba ..diye düşündük, ön yargılı olmayalım otele gitmeden önce bir ada turu yapalım diye düşündük. İlk karşımıza çıkana, böyle bir turu ne kadar sürer diye sorduk, en fazla 3-4 saat.. Tamam önce bir keşif yapalım sonra bakarız dedik çevirdik en afilisinden bi tri-cycle (yandan kabinli motosiklet), dolaşıyoruz adayı bir yandan da bilgi alıyoruz. Bulabildiğimiz en temiz yerde bir şeyler atıştırdıktan sonra tura devam. Burada İngilizce ikinci lisan ve neredeyse herkes konuşuyor, iletişim sorun olmuyor. Adanın tepelerine, sahillerine bilinen yerlerini dolaştık, sonuç, tam beklediğimiz gibi değil galiba gibi geldi!. Nedir olmayan, diğer yerlere göre pahalı olmasına karşı gene de son derece makul fiyatlar. Ne yapılır burada, güneşin altında kumsalda , denize gir, çık, sallan yuvarlan tekrar aynısı,. Haa gece hayatı renkli imiş..tamam da sebebi ziyaretimiz bu değil ki. Karar, burada kalanlara hayırlı işler, hayırlı tatiller deyip başka bir ada Mindora ya gitmeye karar verdik.

Tekrar aynı kanatlı tekneler ile Caticlan üzerinden feryboat ile gece yarısı Mindoro adasın da Roxas şehrine geldik. Program değişince her şey değişti. Yapılan çalışmalarda sonra burada olan üç otelden ismi en yakışıklı olan birine geldik. Kitapta ‘ … city villa’ falan yazıyor ama hiç de öyle villa gibi değil. Son derece boktan bir yer. Otel olduğunu anlamak bile zor. Valizleri bırakıp gece yarısı önce bir şeyler atıştıralım sonrada şansımızı biraz daha zorlarız diye düştük yollara. Bu saatler de açık bir yer olmazmış. Sonunda bir ışığın peşinden kapanmakta olan lokanta kılıklı bir yer bulduk. Adam da konuşkan, acıdı mı ne, çorba gibi bir şeyler hazırladı. O şartlar da idare ettik, fazlası da olmaz zaten. Lafı otele getirdik, adam üst katı pansiyon otel gibi bir şeyler yapmış tam da o gün tamamlanmış. Görelim bakalım.. Yıldız hesabı kaç buçuk bilmem ama bir sıfırdan iyidir dedik burada kalıyoruz. Hiç olmazsa ilk biz yatacağız. Bakındık, duş banyo gibi detaylar yok!.İlerde belki.. Valizleri getiriyoruz, elimize küçük bir poşet uzatıyor otelci, içinde havlu falan birde bir kullanımlık tuvalet kağıdı. Bir gece bir kullanımlık!. İşte hesap bu, bir seferde işi tamamlamadın yandın, kendin çözüm bulursun.. Uzun keyifli sohbetli bir gece oldu. Sabah odada hoparlörden anons, ‘kahvaltı hazır’.. Odalarda iletişim bu yolla oluyormuş demek ki. Vay be oyun gibi.. İndik aşağıya akşam yemek yediğimiz yer. Masalar falan daha temizlenmiş, beklediğimizden daha iyi bir kahvaltı oldu. Burayı gündüz gözü görelim dedik. Yanlış olan bizmişiz, küçük kendi halinde kasaba gibi bir yer. Bulduklarımız buraya göre çok iyiymiş.

***

Filipinler, bir arkadaşım ile fotoğraf çekmek için çıktığımız gezi. Bu gezi biraz heyecanlı olacak gibi.. Boracay da kalmaktan vazgeçtikten sonra program değişti, biraz çalıştıktan sonra Puerto Galera’ya gitmeye karar verdik. Çevreyi de görelim diye önce otobüs sonrasında jeepney ile 4 saatte Purto Galera’ya geldik.

. Jeepney, Filipinler de çok yaygın bir ulaşım aracı. Eski Amerikan ciplerini ortadan kesip uzatmışlar içine de karşılıklı oturacak yerler yapmışlar, 15-20 yolcu alan ulaşım aracı olmuş. Adını da jeepney koymuşlar. Giderken her yanı oynuyor neredeyse hurdaları çıkmış. Bazıları epey süslü, hatta kaportası paslanmaz olan bile var. Vazgeçilmez ortak özellik, hepsi çok renkli, her tarafı yazılar, çıkartmalar.. Bir çoğumda da önünde kocaman Mercedes arması .. Yıllar önce bizde de ‘dolmuş’lar vardı. Eski Amerikan arabalar ortadan kesip uzatarak araya bir sıra koltuk daha ilave edilirdi, normalde 5 kişilik olan araç sekiz hatta on kişiye kadar taşırdı. Aynı durum, Niyetimiz burada kalmak, önce etrafı bir görelim dedik, yandan kabinli motosikletlerden biri ile anlaştık, çevreyi dolaşacağız. Başka bir yaygın toplu taşıma aracı da tri-cycle. Nazi Almanya dönemine ait filimler vardır hani, 3. kişiyi taşımak için içinde koltuk olan yan tarafına ilave yapılan motosikletler. Geçmişte bizde de vardı, sepetli motosiklet denirdi. Burada, biraz abartılı olmuş gibi, ilave kabinler ile bazıları 6-7 kişiye kadar taşıyabiliyor. Herkes kendine göre süslemiş, bulduğunu asmış..Bunların pedallı, yani bisiklete kabin bağlanmış olanları da var.Bunlar bir veya en fazla iki kişilik.

Buralar iklim olarak senenin yarısı yağışlı hatta büyük fırtınaların koptuğu yer. Ulaşım şartları böyle olunca burada hayat kolay gibi gözükmüyor. White Beach, çok güzel kumsal plaj, herkes kumsal da sallan yuvarlan. Önce güzel bir yemek yiyelim dedik, sahilde sıralı restoranlardan en düzgününü seçmeye çalıştık. Burada beklentiyi, yüksek tutmamak lazım. Başka yerler de görelim diye çıktık yola üç tekerlekli makam amacımız ile. Mangyan yerlilerinin yaşadığı köye gidiyoruz. Mangyanlar, aslında Filipin adalarının esas sahipleri. 600 yıl önce İspanyolların işgaline kadar bu bölgede yaşıyorlarmış, işgal kuvvetlerinin her türlü baskıları karşısında adaların iç kısımlarına dağlık bölgelere çekilmiş ve oralara yerleşmişler. Önceleri Müslüman olan Manngyanlar baskı altında Hıristiyan dinine geçmişler. Kendi halinde bol çocuklu bir yaşam şekli. Kültür ve geleneklerini korumaya çalışıyorlar. Tuvalet ve banyosu dışarıda ortak alanda olan, bambudan yapılmış küçük evlerde yaşayan Mangyanlar çok bir iş yapmıyorlar gibi. Genelde devlet desteğine bel bağlamış gelecekte kendilerine baksın diye de çok çocuk yapıyorlar. Yanımıza yanaşan birisi ile köyü geziyor, bilgi alıyor fotoğraflar çekiyoruz. Kitaplık gibi bir yer, çıkıyoruz üst kata, bilgisayarlar, masalar, kitaplar falan. Başların da hoca ders çalışıyorlar. Masanın üzerindeki dikkatimi çekti. Türkiye hakkında bir kitap. Bu ülkenin nerede olduğunu biliyor musunuz diye sorduk, biraz kem küm ama gene de tamamdır. Bizim kitap Mangyan köyü kitaplığında. Kadınlar çoğunlukta, onlarda evlerde toplanmış oturuyorlar..Erkekler pek ortada yok, Çok keyif aldım, farklı bir yer, buralara gelinirse görülmesi gereken yerlerden. Geceyi sahil şehri Sabang da geçirmeye karar verdik. Yaşasın internet, hemen otel rezervasyonunu daha dikkatlice yapıyoruz. Uzun ve yorucu gün, akşam yemeği, hafif bir çevremizi tanıyalım doğru yatak.

***

Ekvatora yakın olması nedeniyle güneş dik geliyor, fazlası acı veriyor. Hava sıcaklığı 30 derece civarında. Burada sualtı zenginlikleri ve mercan yatakları muhteşem. Bir tekne ile anlaşıp denize açıldık, bir yere kadar geldikten sonra daha küçük bir tekne ile daha sığ yerlere gidiliyor. Atlıyoruz suya, hiç bu kadar çeşitli bu kadar renkli mercanlar görmemiştim. Güneşin ışıkları ile doyumsuz güzellikte bir manzara. Çok güzel, çiçek bahçesi gibi, harika. Arada dolaşan balıklar da ayrı bir renk veriyor. Uzun bir süre doğanın bahşettiği bu güzelliğin tadını çıkarmaya çalıştık. İkinci olarak geldiğimiz yer, balık besleme alanı. Suyun içinde elinizde tuttuğunuz ekmek dilimine bir anda yüzlerce balık geliyor başlıyorlar yemeğe. İnsana alışmışlar kaçmıyorlar, arada bir parmaklarınızı da ısırmaya çalıştıklarını hissediyorsunuz. Aralarında büyük olanlar davar. Harika bir şey etrafınızda yüzlerce balık birlikte yüzüyorsunuz. Akvaryumda yüzmek gibi bir şey. Saatler yetmedi ama tamam güneş tam tepemizde sorun yaratmayalım. Yanaştığımız başka bir limanlık yerde yanımızda getirdiğimiz nevaleyi yedikten sonra tekrar başka bir mercan ormanına doğru gidiyoruz. Mercanlar çok hassas canlılardır, en küçük cevre kirliliği ve ortam değişikliğinde hemen ölürler. Demek ki buralarda henüz kirlenme yok. Tekrar geldiğimiz büyük tekneye geçerek geri dönüyoruz. Burada pazarlık her yerde geçerli. Ama fiyatlar zaten inanılmaz uygun. Özel tekne her şey dahil 1600 Php.Pezo, neredeyse tam gün yani yaklaşık 100 TL. Bir kilo kalamar balıkçıda yaklaşık 150 Pezo (10 TL), jumbo karides kilo ayni fiyat. Yani burada çok ucuza yaşamak mümkün. Ancak servis ve hizmet sektörü pek başarılı denilemez. Her güzelin bir kusuru vardır bir gün daha iyi olur diyoruz da o günde bu fiyatlar olur mu bilmem. Otel fiyatları da son derece uygun, 3-4 yıldızlı bir otel oda 1000-1500 Php. Pezo, yani 60-90 TL. Dün akşam bir kilo jumbo karides bu aksam da bolca kalamar eşliğinde koca balık. Normal zamanda yapamadığımız şeyler..ayıptır söylemesi götürdük valla. Burada ellinin üzerinde su altı dalış merkezi var. Tekneler gün boyu dalışa gidiyorlar. Harika mercan yataklar, su altı mağaraları, tropik rengarenk balıklar inanılmaz su altı cenneti.. Su altı merakı olanlar için çok uygun yerlerden.

***

Sabah ilk tekne ile Luzon adasın da Batangas’ a geliyoruz. Buradan anlaştığımız bir araba ile Tagaytay kasabası yakınında koca bir krater gölünün içinde 5000 kişinin yaşadığı küçük bir adaya geçip, orada son olarak 1977 yılında aktif olan Taal yanardağını göreceğiz. Büyük pazarlık sonucu kiraladığımız tekne ile rüzgara karşı dalgalarla boğuşarak adaya ulaştık. Yüzlerce at meydanda gelenleri bekliyor. Tekne kirasına dahilmiş at ile tepeye tırmanmak. Kişi başı bir at ve rehber. Güzel köylü kız rehberim ile toz toprak içinde ben at sırtında o yanımda yürüyor..Nasrettin Hoca fıkrası geldi aklıma, adam kızını eşeğe bindirmiş gidiyorlar köye, görenler ‘koca adam yürüyor kız keyif yapıyor’, kızını indirmiş kendi binmiş ‘küçücük kızı yürütüyor kendi keyfini sürüyor’ , ikisi beraber binmişler eşeğe, ‘ insafsız adam yazık değimli eşeğe’, ikisi de inmiş başlamışlar yürümeye ‘bre salak adam yanında eşek var neden binmezsin’… Ne yapacağımı bilemedim, gidiyoruz.. Yol epey uzun ve dik, kolay değil o yolu yürüyerek çıkmak. 19 yaşında, 5 yaşında çocuğu varmış gayet güzel de İngilizce konuşuyor. Günde bir kere sıra geliyormuş 50 pezo yani 3 TL alıyor..Yani kısaca bahşiş konusunda cömert davran mesajı..

. Aslında çok rahat olmasa da keyifli değişik yolculuk. Vardık tepeye,gerçekten harika bir manzara, etrafımız deniz önünüzde açık belirgin bir krater gölü. Hem deniz hem dağ başı olunca oldukça rüzgarlı. Epey fotoğraf aldık, tadını çıkardık. Geldiğimiz yoldan at üstünde tozlar içinde dönüyoruz ilk noktaya. Sonra tekne tekrar geri. Rüzgar biraz daha artmış, bu sefer sağlam ıslandık. Neyse ki hava yeterince güneşli kurumak kolay oldu. Luzyon adası, Filipinler deki ikinci büyük ada,ticaret ekonomi ve yönetim olarak çok önemli. Akşama doğru başşehir Manila’a geliyoruz. Yol boyu geçtiğimiz köyler ve yerleşim yerleri mütevazı yaşam koşulları olan tipik bir Asya ülkesi. Manila’ya girince inanılmaz bir trafik başlıyor. Öyle böyle değil, her şey birbirine girmiş, kilitlenmiş blok vaziyette Merkeze yaklaştıkça ilerleme hızımız bir kaç km/saat ta kadar düştü. Olsun yetişecek bir yerimiz yok, bunun da tadını çıkaralım! diyerek hafiften sakinleşme terapisi. Sonunda otele varabildik. Hafif bir yerleşme sonrası çevremizi tanıyalım diyoruz. Genelde aydınlık bir şehir değil, hele ana yolların dışı daha da karanlık. Kalabalık yerlerden çok ayrılmamak lazım güvenlik sorun olabilir…

***

Manila 15 milyon nüfusu ile dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri. Ulaşım, çevre düzeni ve şehirleşmede de sınıfta kalır. Çok katlı yüksek binalar, hemen yanında yaşamın zorlukları ile mücadele eden gecekondular. Önce biraz yürüyelim diye düşündük, vazgeçtik yürümekte kolay değil bu kalabalıkta. Çevremizi hemen küçük çocuklar sardı, ceptekileri eksiltmeyelim. Taksi ile İntramuros bölgesine geldik. Burası Manila’nın en eski yerleşim yerlerinden görülecek yerlerin çoğu da bu bölgede. Fort Santiago Kalesi, İspanyollar döneminde ganimetlerin toplandığı ve buradan sevk edildiği bir yer. Roman Catolic Katedrali sonra da Unesco Dünya Mirası olan ve ilk olarak 1571 yılında inşa edilmiş sonraları epey felaketler yaşamış olan San Agustin Church. Her iki kilise de güzel ancak San Agustin gerçekten büyük ve muhteşem bir mabet. Resimler, tarihi eşyaların sergilendiği müze görülmeye değer. Burada epey vakit harcadık. Öğlen oldu, dışarıya çıkınca güneş rahatsız ediyor. Hemen yakında ki bir restorana girdik, kapıda bizi Papa’nın büyük boy posteri karşıladı. Kardinallerin rahiplerin yemek yediği yermiş, hepsinin duvarda resimleri asılı. Belli ki kiliseye ait bir restoran. Her neyse güzel bir yemek ile kiliseye destek vermiş olduk. Bu da ibadet sayılır.. Yeterince kaldık artık masayı boşaltmak lazım. Zor bela pedallı bir tri-cycle bulduk, iki kişi zor sığdık. Bu sıcakta ortalıkta pek dolaşmıyorlar herhalde. Kısa bir yolculuktan sonra Rızal Park’a geldik. Dr, Jose Rızal Filipinler de Ulusal kahraman. İspanyol sömürgeciği döneminde özgürlük üzerine yazdığı şiirler ve yazıları ile bağımsızlık ateşini yakar. Yazıları ülkenin her tarafına yayılır ve halk hareketleri başlar. Bütün bunlardan rahatsız olan İspanyollar, aynı zamanda başarılı bir göz doktoru ve zoolog olan Jose Rizal’ı hapse atarlar. Hapiste de yazı ve şiirler yazamaya devam eder, en önemli ve bilinen şiiri ‘Elveda Anavatanım’ isimli şiirini gizlice dışarı çıkartmayı başarır.. Bu şiir de verilen mesaj ve duygu bağımsızlık hareketinin başlamasına yol açar. Yükselen halk hareketini sebebi olarak Jose Rızal’ı gören İspanyollar, Rızal’ı bulunduğu hücreden çıkartıp elleri bağlı olarak yürüterek getirdikleri meydanda herkesin önünde kurşuna dizerek öldürürler. Bu Filipin halkının bağımsızlık savaşının başlangıcı olur. Bu gün hücreden meydana kadar olan yolda ayak izlerini temsil eden işaretler ve kurşuna dizildiği yerde büyük bir anıt yükselmektedir. Adına tanzim edilen büyükçe bir parkta da, ailesi ile son görüşmeler ve hayatını anlatan heykellerin yanı sıra kurşunlanarak öldürülmesini temsil eden heykeller mevcuttur. Bağımsızlık ve özgürlük hikayeleri, bana her zaman büyük heyecan vermiştir. Ülkelerin, halkların ve insanların özgür iradesi ile kararlarını verebildiği, tam ve bağımsızlığın hakim olduğu, emperyal güç ve fikirlerin olmadığı bir dünya..çok mu yanlış olurdu.. Cadde de el kol hareketi ile zorla bulduğumuz pedallı bir tri-cycle ile her şeyin satıldığı kalabalık bir çarşının içinden itişe kakışa geliyoruz ‘Minor Basilica of the Black Nazerene‘ kilisesine. Burası çok mühim, ‘Zenci İsa Kilisesi’. Çok az yerde Hz. İsa zenci olarak tasvir edilmiştir. Bu konuda ki tek açıklama ‘tarih böyle yazıyor’ şeklinde. Etrafı açık havadar büyük güzelce bir kilse. Dua edenler, dizlerinin üzerine yürüyerek adaklarını sonlandırmak isteyenler, herkes inancı doğrultusunda huşu içinde dua ediyor. Kuyruklar var, merak ediyorum giriyorum bende kuyruğun sonuna, Hz. İsa’nın farklı tasvirlerde ki zenci heykellerinin önünde, insanlar dokunarak dua ediyorlar..huzur buluyorlar. Allah herkesin duasını kabul etsin.. Uzun bir gün oldu ama buralara geldik görülmesi gereken yerlerden biri de Çin Mezarlığı. Çin’in dışında Çinlilere ait tek Çin mezarlığı burasıymış. Filipin’de yaşayan zengin Çin kökenli ailelerin büyük paralar ödeyerek yaptırdıkları mezarlık. Budist, Katolik, Protestan, Taoist inançlara göre yapılmış bazıları iki katlı, içinde yemek masası, oturma mekanları mutfağı olan mezarlıklar. Cenazeler aynı yerde birden fazla olabiliyor ve mezarlar salonun orta yerinde. Aileler buraları ziyaretlerinde, yemek pişirip istirahat edebiliyor, sohbetler yapıp uzunca zaman harcıyorlar. 1877 den beri süren bu gelenek, insanların ölümden sonra da yakınları ile birlikte olmak istemeleri şeklinde açıklanıyor. Bazıları gerçekten epey bakımlı ve güzel eşyalar ile donatılmış. Herkesin inancı önünde saygı ile eğiliyoruz…

Bu gün kilise mezarlık falan, biraz ruhani bir gün oldu. Artık yaşadığımız fani dünyaya dönelim akşam kendimize güzel bir ziyafet çekelim dedik. Otele olan mesafemiz yaklaşık 10 km. süre 2.5 saat. Bu trafikte, korna sesleri arasında, çılgın bir gürültünün içinde otele geldiğimiz de ciddi olarak yorulmuştuk. Program da hafif bir değişiklik yapıp otelin 33, katındaki restoranda kendimize ziyafet çektik.

***

Bu gün dönüşe geçiyoruz, valizler tamam havaalanına gidiyoruz. Pazar günü, ilk defa trafik bu kadar rahat ..Yani biraz erken geldik diye düşünmüştüm ama değilmiş. Manila havaalanı fazla büyük değil kuyruklar, giriş, çıkış bir de 550 pezo çıkış harcı yatırmak için sıra olunca pek de erken sayılmazmış..

Filipinler, kendi kültürlerini korumaya çalışan biraz yoksulluk ve zor şartlarda yaşamını sürdüren sevecen insanların ülkesi.

Sevgilerimle

Hayrettin Kağnıcı Şubat 2015

Bu gezi ile ilgili fotoğraflara, www.hayrettinkagnici.com sitesinde filipinler dosyasından (sayfanın sonunda) ulaşabilirsiniz. Diğer gezi fotoğraf ve gezi notlarına da gene aynı web sitesinden ulaşabilirsiniz.

Leave a Reply

error: iletişim : hayrettin@ozka.com